Mesajlar Etiketlendi ‘motosikletle uzunh yol’


     Güvenli Sürüş Eğitimini de aldığıma göre, artık ilk uzun yol denememi yapmalıyım diyerek, Honda Cbf150 ile ilk uzun yoluma çıktım. O ilk uzun yol benim için bugün bile çok değerlidir ve işin garip tarafı şimdilerde düşününce şu an bile o zamanki kadar titiz davranmadığımı, o kadar kurallı kaideli sürmediğimi fark ederim. Harika bir deneyimdi ve o ilk uzun yoldan sonra da benim için gerçek anlamda motosikletli hayat başlamış oldu. Gezilerin ardı arkası kesilmedi, umarım hiç kesilmez…Gezi için o dönem hazırladığım raporu olabildiğince aslına sadık kalarak aşağıya aktarıyorum. Buyrun:

HondaCBF150 ile İstanbul – Sakarya (İlk uzun yolum)
    Motorumu aldığımdan bu yana hep gerçekleştirmeyi düşündüğüm ilk uzun yolum olan İstanbul – Sakarya sürüşünü gerçekleştirdim bugün nihayet.
    İlk motosikletimle ilk uzun yolum babamın kabrinin bulunduğu Sakarya Akyazı’ya olacak diye kendime sözüm vardı. Bu sözü gerçekleştirmek adına hava durumunun ve işin izin verdiği en uygun gün bu gündü. Bir gün önceden topcase’i hazırlamıştım. Sabah 07:00 gibi yola çıktım ama çıkmadan önce Kadıköy’de bir bankamatik yapmak gerekiyordu.
    Sonrasında çıktım yola amacım E-5 karayolunu kullanmaktı, ama bu büyük bir hata idi, zira otoban yerine E-5’i tercih edince İstanbul’un dehşetengiz trafiğine yakalandım ve Gebzeden ancak 45 dakikada çıkabildim. Hesapta otobanın hızlı trafiğinden kaçmaktı maksadım, oysa daha rahat olduğunu dönüşte anlayacaktım. Gebzeyi geçer geçmez kahvaltı yapacak bir yer kalmadığını farkettim ve uygun bir yerde durup, yanımdaki ufak tefek erzakla kahvaltı yaptım.
    Gebze çıkışında sabah güneşi asfalta vurunca göz kamaştırmaya başlamıştı.

Çokoprens ve muzlu süt’ten müteşekkil kahvaltım

   
Kahvaltı sonrası E-5’te yol almayı sürdürdüm. Süratim zaman zaman yokuş aşağı olmasının da faydası ile 115km’lere kadar çıktı. Motorum gayet iyi performans sergiliyordu ama benim sağ ayağım botun da etkisiyle biraz ağrıdı doğrusu.Yine de Derince’ye kadar gaz kesmeden devam ettim. Derince’de sadece bu fotoğraf için durdum, sonra İzmit’e doğru gazladım yeniden.
    İzmit’e vardığımda ilk bulduğum benzin istayonuna daldım, bir an evvel bir yüz numara bulmalıydım. Orada 20 dakika kadar dinlendim. Bir kaç da fotoğraf çektim. Sırf belge olsun diye.
    Motorum dinlenirken. Arka taraf Kocaeli Sanayi Fuarı. Benim çocukluğumda bu fuarın ciddi bir yeri vardı Kocaeli(ya da İzmit)’nin ekonomisinde. Oldukça da ilgi görürdü. Yakın il ve ilçelerden insanlar fuara gelmek için turlar düzenlerlerdi. Mahalleliyle bir çok kez otobüs tutarak gelmişizdir çocukluğumda fuara. Tabii o zaman beni tek ilgilendiren fuardaki Lunaparktı. (İstanbul’dan çıkışımın gecikmesi ve yolda da bir iki trafik sıkışıklığı nedeniyle saat 9 civarı İzmit’e vardım. Neyse ki acelem yoktu, yola da erken çıkmıştım zaten.)
     İzmit’ten çıktıktan sonraki hedefim Sapanca idi, orada da kısa bir süre duracaktım. Gazı açtım, vurdum yola. Bir daha bu tarafa gelirsem kesinlikle E-5’i kullanmama kararı aldım zira yol çok bozulmuş ve otoban yüzünden de sanırım bu yola yatırım yapılmıyor. Endurocular için ideal bir parkura dönüşmüş bazı bölümleri. Sapanca Gölü’nü görür görmez asfalttan çıktım ve motoru ters tarafa bakacak şekilde kenara çekip, üzerinde hala sis durmakta olan Sapanca Gölü’nden bir kaç kare fotoğraf aldım.
Sis altında Sapanca Gölü’nden manzaralar.
  
     Adapazarı’na yaklaşırken bir belge daha alayım dedim, bu arada tabelanın altında uzakta görünen kuçuya dikkat. Beni gördü ve bakmaya başladı, önce acaba tehdit unsuru olarak mı algıladı beni dedim, kontak da kapalı ama, kuçu bu belli mi olur:)
    Ama sonra yavaş yavaş ve garibanca yanıma kadar geldi, dayanamadım ve elimi uzattım, bir süre motorumun yanında bana başını okşattı, bacağıma kafasını dayayıp şefkat istedi resmen. Meğerse yeni yavruladığı belli olan dişi bir sokak kuçusuymuş. Çantamdaki bisküvilerden birkaçı ile başbaşa bıraktım kendisini ve kontağı açtım.

    Tabelanın sol yanında ise yol beni bekliyordu, açtım gazı.

    Artık Akyazı’ya kadar durmak yoktu, zaten fazla da yolum kalmamıştı 40 – 50km kadar. Adapazarı’nı geçtikten 30 km kadar sonra Ankara yönüne doğru giderken (Otobanda) Mudurnu – Akyazı, ya da (E-5’te) Akyazı tabelasını takip ederseniz sağ tarafta Akyazı sapağını görürsünüz. Akyazı, Sakarya’nın en büyük ilçesidir, fakat biraz sapa kaldığı için bir Hendek ya da Pamukova kadar ismi bilinmez. Harika bir doğası vardır. Meşhur Trekking parkuru Sülüklügöl’e, Kuzuluk Kaplıcaları’na, Tarihi Akbalık Köyü Yağlı Güreşleri’ne, Boztepe Köyü Yaylaları’na, Şerefiye’ye ve hatta dilerseniz Mudurnu-Nallıhan üzerinden Ankara’ya hep Akyazı’dan geçilerek gidilir. Sakarya’nın hemen her yeri gibi çok sulak bir bölge olduğundan yeşili de boldur. 70’li yıllarda çok modern bir görünüm çizen Akyazı ne yazık ki 80’lerde çok yoğun göç almaya başlamış (adeta İstanbul’a ulaşamayanlar bu civarda kalmışlardır) ve maalesef eski görüntüsünden uzaklaşmıştır. Çevresinde pek çok tarihi ve doğal güzellik bulunmaktadır.
   
      İşte Akyazı sapağından görüntüler. Buradan Akyazı’ya 10km kadar daha yol var. (Burası Osmanbey Köyü civarı)
    Ve nihayet Akyazı. (Akyazı’da kabir ziyareti dışında fazla kalmadığım için çokça fotoğrafta çekemedim. Mezarlıktan fotoğraf koymak istemedim, ama görebileceğiniz en yeşil ve güzel mezarlıklardan biri olduğunu söyleyebilirim.)

Ve Bir kaç kare hepsi bu.

    Öncelikle babamın, daha sonra da dedem ve ninemin kabirlerini ziyaret ettikten sonra, çocukluğumu bıraktığım Akyazı’dan ayrıldım ve Adapazarı’na yol aldım. Karnım iyiden iyiye acıkmıştı ve Adapazarı’ndan ıslama köfte yemeden geçmek olmazdı. Meşhur Rumeli Köftecisinde aldım soluğu. Şayet buralara gelirseniz mutlaka Islama Köfteyi tatmalısınız. Islama Köftenin asıl önemi köftenin yanındaki ıslak ekmekte. Çok leziz olduğunu söylemeliyim. Üstelik fiyatlar da öyle İstanbul gibi değil. 1,5 ıslama köfte, 1 piyaz ve 1 ayrana sadece 10 lira verdim. İstanbul’da bu fiyata karnınız aç kalkarsınız, bense son ekmek dilimlerini zorla yedim. Tıka basa doymuştum kısacası.

İşte meşhur Adapazarı Islama Köftesi. Tadından yenmez.
     Ve 99 Depremiyle oldukça yıpranan Adapazarı Merkezinden bir kaç kare. Şimdi “Eskiden buraları…” diye başlayan cümleler kurasım geliyor ama hiç kurmasam daha iyi. Çok şey götürdü Deprem bu şehirden. Umarım geleceği güzel olur bu toprakların. Her aklıma gelişte canım yanıyor.

                                                                         
                                                                                     Tarihi Uzun Çarşı.
    Yemeğimi yedikten sonra Uzun Çarşı girişinde kaldırıma park ettiğim motoruma binip İstanbul’un yolunu tuttum. Bu arada iki kişi yanıma gelip motor hakkında bilgi aldı, biz de almak istiyoruz dedieler. Hoşuma gitti haliyle. E-5’den dersimi aldığım için dönüşte tek yol otobandı tabii. Sapanca’ya geldiğimde Islama Köfteler ısrarla çay istiyorlardı . Bunun için iyi bir durak da buldum. Sapanca Restaurant. Çayı da gayet iyiydi.
    Oradan tekrar yola çıktım ama kendimi şımartmaya devam ettim:) . Bu kez de yol üstündeki meşhur üstgeçit Mcdonald’da kahve keyfi yapayım dedim. Yukarı çıkıp kahve istedim. “Ücret?” diye sorduğumda “Motorculardan ücret almıyoruz beyfendi” dedi kasadaki çocuk. “Ciddi misiniz?” dedim. “Evet” motorculara çay kahve ücretsizdir bizde” dedi. “bak söylerim tüm motocular gelir kahve içmeye” dedim. “Söyleyin, buyursunlar!” dedi. Gülümsedik. Beleş kahve keyfimi yaparken de fotoğraf çektim.

Şu aşağıdaki motoru bir yerden gözüm ısırıyor galiba.

Sonrasında Hereke’ye kadar otobandan yol almaya devam ettim. Honda CBF150 ile otobanda sürüş çok zor olmasa da, yüksek sürate çıktıpğımda (100 – 110 civarı) rüzgardan motorun üstüne yatmak zorunda kaldım. Ciddi anlamda rüzgar bu süratlerde dayak atmaya başlıyordu. Motor giderim sorun yok dese de, zaman zaman benim 100 km hızıma rağmen yanımda beni sollayan tırlar ve otobüsler türbülans oluşturuyor bir tokat da onlardan yiyordum. Yine de motorum, rampa, tünel demeden 90 km altına düşmeden stabil bir şekilde ilerlemeyi südürdü. Sanırım bu yolculuk motorumun açılmasında epeyce faydalı oldu. Zira düz yollarda 100km’ye çok zor çıkan motorum, yolun sonlarına doğru bu sürati çok rahat bulmaya başlamıştı.

Hereke’de son mola’mı verdim, 15 dakika kadar, su ve bacak açma molası. Buraya kadar 40 – 45 dakika kadar ara vermeden sürdüm.
Ve nihayet kendimi de uzak ve maskeli de olsa görüntülüyorum yolun sonuna doğru. Nasılım?

Eh bu daha iyi gibi.

Hereke’den sonra İstanbul gişelere kadar durmadan yol aldım. Yolun sonunda 341 km yol yapmıştım ve full olan depom kırmızı çizginin sonuna kadar ulaşmasına rağmen yedek depoya halen geçmemiştim, üstelikde çoğunlukla 90 – 100 km arası ortalama süratle kullanmıştım. CBF150 uzun yolda da ekonomikliğini kanıtladı.

     Hiç bir mekanik sorun yaşatmadı ve devam etsem edecek gibi duruyordu. En uzun molam yarım saatten fazla değildi. O da Islama Köfte içindi. Genellikle 10 – 15 dakikalık molalarla yol aldım. Yani motor çok soğumadı. Benim için biraz yorucu olsa da çok zevkli ve kutsal bir sürüştü bu. Ve sizlerle de paylaşmak istedim. Umarım sıkılmadan okumuşsunuzdur. Herkesin bu duyguları yaşayabilmesi dileğiyle.(21.04.2007, Cloud)
    İşte böyle hevesli, duygusal ve biraz da acemice bir rapor. Ama o ilk heyecanı yaşamak müthiş bir duyguydu. Bugün hala tadı damağımdadır.
Devam edecek…